Fazla söze gerek yok aslında, Lao Tzu'nun bu sözü hemen herşeyi anlatıyor. Hakikaten bazı şeyler bizim dışımızda gelişiyor ve yaşanması gereken herşey bir şekilde yaşanıyor. Tabi ki hayatımızın ipleri kendi elimizde ve biz ona göre seçimler yapıyoruz. Ne istersek onu seçiyor ve o seçenek sonucunda gerçekleşmesi gereken şeyleri yaşıyoruz.
Eskiden Enid Blyton'ın macera serüveni kitapları vardı. Benim en sevdiğim kitaplardı onlar. Sayfa veya bölüm sonlarında "eğer X kişisiyle trene binmek istiyorsan sayfa 40'a, yok otobüsle Y kişisiyle gitmek istiyorum diyorsan sayfa 80'e git" gibi yönlendirmeler yapardı. Ve siz bu size sunulan seçeneklerden birini seçer ve onun gebe olduğu sonucu mutlaka yaşardınız. Kimi zaman sonuca üzülür diğer sayfaya geri döner ve seçiminizi yeniden yapar bu kez de başka bir sonuçla karşılaşırdınız.
Gerçek hayat da tıpkı bu kitaplar gibi. Aslında aynı tarz bir yaşam sürüyoruz, kimimizin daha fazla maceralı, bazısının daha dingin... Ama bir fark var ki, seçimlerimizi yapıyor ve sonuçlarını iyi de olsa kötü de olsa kabullenmek veya katlanmak zorunda kalıyoruz. Gerçek hayatta, "önceki sayfaya geri döneyim de bir daha deneyeyim, diğer şıkkı seçeyim" deme şansımız yok. O nedenle ya seçimlerimizi yaparken daha dikkatli olup biraz fazla düşünmeli ya da başımıza geleni yaşamaya boyun eğmeliyiz. Nitekim her yaptığımız seçim zaten bizim hayatımızı oluşturur. Hayat deneyimlerimizin, deneyimlerimiz de Oscar Wilde'ın söylediği gibi "hayatta yediğimiz kazıkların bileşkesidir". Ama bu demek değil ki, hayat yenecek kazıklarla dolu:) İnsan doğası sevgi, şefkat, neşe ve mutluluk arayışını içinde barındırdığı gibi, hayatta kalma arzusu daha ağır basıyor ve içinde açgözlülük, hırs, kin, vahşet ve en önemlisi ego gibi unsurları da barındırıyor. Özellikle egonun tavan yaptığı noktalarda insan bencilce davranıp çevresindekileri düşünmeyebiliyor ve o zaman işte bu "kazıklar" ortaya çıkıyor.
Hayatımıza sokmak istediğimiz insanları sokarız, istemediğimizi düşündüğümüz, sevmediğimizi düşündüğümüz kişiler bile muhakkak bir şekilde hayatımızın bir parçası olmak ve kendisine bizim ve kendi hayatları için verilen o görevi yerine getirmek zorundadır. Tıpkı Shakespeare'in dediği gibi, “ Dünya bir oyun sahnesi, bizler birer oyuncuyuz... Bütün erkekler ve bütün kadınlar, sırası geldiğinde girerler ve çıkarlar bu oyun sahnesine...”
Hayat bir dengeden ibaret, hiçbir zaman herşey güllük gülistanlık olacak diye birşey yok. Hayatı iyisi ve kötüsüyle yaşıyor, mutlu ve mutsuz oluyor, gülüyor ve ağlıyoruz. Bu zıtlıklar hayatı yaşanır kılıyor. Bazen hayat bize adaletsiz görünebilir ve sanki kötü şeyler hep üstüste; bizim başımıza geliyormuş gibi hissettirebilir. Yapacak birşey yok, hayat bir macera ve ne zaman ne olacağını bilememek de güzel. Bize kalan her ne olursa olsun onu dibine kadar yaşamak. Ve evet, hayatımıza giren insanların bazıları ne kadar yanlış görünse de aslında hepsi bizim seçimlerimiz ve bu dünyadaki yaşamımızı oluşturan unsurlar. Bizi biz yapan parçalar. Ve evet doğrular. Onlar hayatımıza girerler, çünkü biz izin veririz, onlar hayatımızdan belli dönemlerde çıkarlar çünkü biz istemeyiz. Bırakın onlar hayatınızda olsunlar, telefon defterinizi eninde sonunda temize çekme yetkisi verilmiş olan kişi yine sadece sizsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder