21 Eylül 2012 Cuma

Kıssadan hisse-Değer Bilen veya Bilmeyenlere..


Vaktiyle bir bilge hoca, yıllarca yanında yetiştirdiği öğrencisinin seviyesini öğrenmek ister. Onun eline çok parlak ve gizemli görüntüye sahip iri bir nesne verip: "Oğlum" der " Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster.

Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.
Öğrenci elindeki ile çevresindeki esnafı gezmeye başlar. İlk önce bir bakkal dükkânına girer ve "Şunu kaça alırsınız?" diye sorar . Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği nesneyi eline alır; evirir çevirir;
sonra: "Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın" der.

İkinci olarak bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği neneye ancak bir beş lira vermeye razı olur. Üçüncü defa bir semerciye gider: Semerci nesneye şöyle bir bakar, "Bu der
"benim semerlere iyi süs olur. Bundan "kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna
bir on lira veririm." En son olarak bir kuyumcuya gider. Kuyumcu öğrencinin elindekini görünce
yerinden fırlar.

"Bu kadar değerli bir mücevheri nereden buldun?" diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder. "Buna kaç lira istiyorsun?" Öğrenci sorar: Siz ne veriyorsunuz? " "Ne istiyorsan veririm." Öğrenci, "Hayır veremem." diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar: "Ne olur bunu bana satın. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim." Öğrenci emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker.

Mücevheri alıp kuyumcudan çıkan öğrencinin kafası karma karışıktır. Böylesi karışık düşünceler içinde geriye dönmeye başlar. Bir tarafta elindeki nesneye yüzünü buruşturarak 1 lira verip onu oyuncak olarak görenler, diğer tarafta da mücevher diye isimlendirip buna sahip olmak için her
şeyini vermeye hazır olan ve hatta yalvaran kişiler. Bilge hocasının yanına dönen öğrenci büyük bir şaşkınlık içinde başından geçen macerasını anlatır.

Bilge sorar: "Bu karşılaştığın durumları izah edebilir misin?" Öğrenci şaşkınlık içinde "Çok şaşkınım efendim. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Kafam karmakarışık " diye cevap verir. Bilge hoca çok kısa cevap veriri "Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bileni anlar ve onun değeri bilenin yanında kıymetlidir."

Her insanın hayatında varlığını ve değerini bilen, hisseden, fark eden kuyumcular mutlaka vardır. Mesele kuyumcuyu bulmaktır.

Kişisel Gelişim Uzmanı Ömer Yalçın

19 Eylül 2012 Çarşamba

14- AYKIRI OL! FARKLI BAKIŞ AÇILARI GELİŞTİR! Mutlu Ol!


Her zaman her yerde farklı bakış açısına sahip olan birileri, düzene isyan eden, rutine karşı çıkan asiler, bir de bu yönden bakalım diyenler vardır. Muhalefetin olduğu yerde farklılık, yenilik, anlayış, empati vardır...

"insanin tüm evrende kesin olarak düzeltebilecegi tek bir şey vardır: kendisi."
demiş Aldous Huxley... aslında ne kadar da doğru söylemiş..insan kendi bakış açısını ve bunun sonucu olarak da kendini değiştirmeyi başarabilse bir, bazı şeylerin daha farklı olabileceğine inanıyorum. Bu noktada da alklıma N. Murray Butler'ın sözleri geliyor:
"Dünyada üç grup insan vardır.
Bir şeyi ortaya çıkaran veya yapan,
bir şeyler için savaşan küçük seçilmiş bir grup. 
Bir şeyin yapılmasını seyreden veya sadece
konuşup yerinde sayan büyükçe başka bir grup. 
Ve neyin olup bittiğini bilmeden yaşayan muazzam bir kalabalık."

Bir kendimizi sorgulayalım bence..çevremizde bunca olay olup biterken biz ne yapıyoruz, ne yapabiliyoruz, nereye gidiyoruz, niye bu kadar yönlendirilmeye meyilliyiz? neden yukarıdaki kuşlar gibi hemen hepimiz aynı yöne bakıyoruz da birimiz de başka yönlere kafamızı çevirmiyoruz? Ya da gagamızı suya sokup da aslında alt tarafta neler olup bittiğini göremiyoruz? su aslında o kadar da bulanık değil..birçok şey ortada, üzerinden şöyle bir bakılsa bile görünse de niye aykırı durmaya cesaret edemiyoruz..? niçin onca şey olup biterken "yeteeer, durun artık" diye bağırmalarımız sosyal paylaşım sitelerinde sadece birkaç görsel olarak vücut buluyor? Önceleri kollarımıza bant olarak taktığımız siyah kurdaleleri şimdi profil resimlerimizde paylaşmakla yetiniyoruz.. Ne kadar da yapay, sesini bile "trendy" bir şekilde çıkaran bir topluma dönüştüğümüzün niye farkına varamıyoruz? Baktığımız resimlerde üzülmek, duyduğumuz haberlerle gözyaşı dökmek neye çare? ertesi gün ateşin düştüğü yerden başka herkes, herşeyi unutmuyor mu? halbuki daha birinin acısı bitmeden, bir diğeri patlak veren bu olayların ardı arkası kesilmiyor...bunlar olurken kafa yapılarımızı değiştirmeyi düşünmüyor muyuz? Biz bir yerlerde yanlış yapıyoruz galiba demiyor muyuz?

Guguk Kuşu'ndan bir sahne..
Jack Nicholson'nın başrolünde oynadığı, sistem karşıtı bi adamın, akıl hastanesine "deli" diye sokularak sonradan nasıl delirtildiğini anlatan Guguk Kuşu'nu hatırlamadan edemiyorum. Filmde McMurphy, devasa musluğu kaldıracağına dair akıl hastanesindeki koğuş elemanlariyla iddiaya girer, birkaç başarısız denemeden sonra vazgeçer, yüzünde başarısızlığın ayni zamanda da zafere ulaşamamanın verdiği hırsın yansıması vardır sadece ve şöyle der: "en azından denedim".

Önemli olan bir sürü psikolojisi içerisinde kaybolup gitmemektir, farkında olmaktır.. farklı bakış açıları geliştirmek, farklı görüşlere açık olmak ve bize sunulanları sorgulamadan almamaktır. İnsan en büyük değişimi kendisinden yapmalıdır. Aykırı ol! bugün değişik birşey yap ve karşı olduklarına niye karşısın, kabul edip benimsediklerini niye yapıyorsun bir onu düşün, bir değişiklik yap ve kendini değiştirerek, kafanı değiştirerek işe başla.. En azından bir dene!....



18 Eylül 2012 Salı

Mutluluk Çocuk Olmuş Olmaktır Bazen..


Bazen sokakta bulduğumuz çokomel kağıdına taş sarıp bakkalcılık oynadığımız, kimi zaman leblebi tozunu ciğerlerimize kadar çekip boğulma tehlikesi yaşasak da gülmekten kırıldığımız, yolda bulduğumuz yaralı kuşlara eve getirip sarıp sarmalayıp beslediğimiz, kedi ve köpeklerle arkadaş olduğumuz, komşuların çocuklarıyla bayramlarda kapı kapı gezip şeker topladığımız, Ramazanda top patlayana, annemiz camdan adımızı bağırana kadar dışarılarda oyun oynadığımız, kapımızın önününde saklambaç, yakan top oynayıp ip atladığımız, korkusuzca her yere girip çıktığımız, okul civarındaki ya da mahalledeki eski ve boş evlerle ilgili korku hikayeleri uydurup keşiflere çıktığımız, dışarıda yetişen otları dilimize sürtüp kanattığımız, okula kendi başımıza gidip geldiğimiz, gazetelerin verdiği Meydan Laurousse sıralarında saatlerce bekleyip heyecanla ansiklopedileri eve götürmenin tadını yaşadığımız, soluklanmak için bakkaldan gazoz aldığımız, sonra da kapaklarını biriktirdiğimiz, "Ayşe Teyze evdeysiniz annemler size gelecek" diye komşu kapısına yollandığımız zamanlardı bizim zamanlarımız....

Bizim zamanlarımız belki de çocukluğun bu kadar özgürce, neşe dolu, korkusuzca yaşanabildiği son zamanlardı... radyasyonun hat safhada yayıldığı cep telefonu veya bilgisayarlarla oynamadığımız, bir pastayı ipad ekranında yapmak yerine çamurdan yapabildiğimiz, iphone ile oynamak yerine daha çok kitap okuyabildiğimiz, okullara servisle gitmediğimiz, Atatürk'ü doğuştan bilip ezberlediğimiz, her gün andımızı okumak için tüm okulun karşısına çıkma heyecanını yaşadığımız, 

. Hergün haberlerde ölümlerle yüzleşmediğimiz, çocuk parklarında oynarken kaydıraktan düşünce dizimizin sıyrıldığı ama kurşunlarla yere yığılmadığımız, balkondan sokağı gönlümüzce seyredebildiğimiz, kağıttan gemileri yüzdürüp uçakları uçurabildiğimiz, trafikten korkmadan önce sola sonra sağa tekrar sola bakıp yolumuza devam edebildiğimiz, yayalara yeşil ışık yanarken "normal" bir şekilde karşıdan karşıya geçebildiğimiz, kaldırımda beklerken üzerimize minibüslerin çıkmadığı farklı bir dünyamız vardı bizim. Yaşanabilecek zamanlardı bizim çocuk yıllarımız... O yıllarda da sorunlar vardı elbette ama sokaklarda oynayabileceğimiz zamanlardı...Bir çocuk için olması gerektiği gibi...

Çocuk olmak mutlu olmak demekti... umutlu olmak demekti.."büyüyünce ne olacaksın" sorusuna cevap verebilmekti..Şimdi ise en yerinde cevap ancak ve ancak, "büyüyünce var olabilmek istiyorum" olabilir... 

17 Eylül 2012 Pazartesi

Akıllıyı Deliden Nasıl Ayırt Edersiniz?


Bir akıl hastanesini ziyaret eden bir devlet görevlisi, doktora buraya gelenler içinden akıllıyla deliyi nasıl ayırt ediyorsunuz? diye sorar:

Doktor:

- Bir küveti su ile dolduruyoruz. Sonra hastaya üç şey veriyoruz. Bir kaşık, bir fincan ve bir kova. Sonra da kişiye küveti nasıl boşaltmayı tercih ettiğini soruyoruz.

Devlet görevlisi:

- Ooo! Anladım. Normal bir insan kovayı tercih eder. Çünkü kova kaşık ve fincandan büyük.

Doktor:

- Hayır, normal bir insan küvetin tıpasını çeker. Sadece bize sunulanlar dışında çözüm bulmaktır akıl.

15 Eylül 2012 Cumartesi

İşte telefon, işte fotoğraf makinesi

turkuazın eski ve melankolik havası, leoparın cazibesinin toz pembe düşlerle buluşması...
İşte telefon, işte fotoğraf makinesi...Oh My God, We Are So Retro!!!

telefonum bu renk 
fotoğraf makinem budur:)





6 Eylül 2012 Perşembe

Mutluluğa giden yolda ‘5 formül’


Time dergisi tarafından dünyanın en iyi 50 internet sitesi arasında gösterilen site 
mutlu olmak için gereken en basit 5 yolu okuyucularına duyurdu.


ABD merkezli saygın psikoloji sitesi psychcentral.com mutlu olmanın 5 basit yolunu açıkladı. ABD’de yayımlanan Time dergisi tarafından 2008 yılında dünyanın en iyi 50 internet sitesi arasında gösterilen site mutluluğun sırları listesini oluştururken Profesör Tal Ben Shahar’ın bir kitabından destek aldı. İşte 5 basit yol:

  • İşinizin anlamlı olduğunu düşünün. Yaşam boyu işyerinde geçirilen binlerce saati mutluluğa dönüştürmenin yolu yapılan işin anlamlı olduğunu düşünmekten geçiyor. Yapılan işin topluma veya çalışan kişinin ailesine faydalarını düşünmek işin anlamlı bir hale dönüşmesini sağlıyor.
  • Hayatın pozitif yönünü görün. Yapılan hataların bile olumlu yönlerini görmeye çalışmak kişinin daha mutlu olmasını sağlıyor. Shahar, kişinin hayata pozitif bakması durumunda pozitif sonuçlar alacağını söylüyor.
  • Gün içinde kendinize küçük keyifler yaratın. Yapılan işe ara verip 1 dakika boyunca gözleri kapatarak hayal kurmak, sevilen bir şiiri okumak veya bir şarkı dinlemek kişinin enerjisini yükselterek daha mutlu olmasını sağlıyor.
  • Sessizliğin tadını çıkarın. Shahar fazla gürültünün kişinin kendi potansiyelini görmesini engellediğini söylüyor. Gün içinde kısa süreliğine sessiz bir ortamda oturup düşünmek hem yaratıcılığı hem de mutluluğu artırıyor.
  • Yaşanan zor durumları ‘tehdit edici’ olarak değil ‘meydan okuma’ olarak görün. Olayların tehdit edici olduğunu düşünmek strese neden oluyor. Durum ne kadar zor olursa olsun meydan okumak heyecanı ve enerjiyi artırırken stresi azaltıyor.

KAYNAK: 06 Eylül 2012 - 02:30 Milliyet.com.tr » Gündem» Haber
DIŞ HABERLER SERVİSİ


4 Eylül 2012 Salı

Bir Kase Mutluluk // A Bowl of Happiness


Hepimiz gittiğimiz sahillerden taşlar toplamışızdır. Şimdi değilse bile çocukken en azından..Bense hala toplarım, toplayıcı bir özelliğim var akıllara zarar olan:) Her gittiğim sahilden, oraya özgü kavanozlarda biriktirdiğim taşlarım vardır çocukluk yıllarımdan beri...ve her kavanoz kapağının altında tarihi ve yeri..

Kendime göre karakteristik özelliklerini bulup o taşları sınıflandırırdım, en sevdiğim işti bu tatilden döndükten sonra..bir de onların parlak görünmesini isterdim hep, tıpkı suyun altında olduğu gibi..cilalanmış gibi, o zaman suyun içine koyar o şekilde saklamaya çalışırdım. Bir süre sonra ise yosun tutarlardı utanmadan..o zaman tekrar onları temizler kuruturdum.

Topladığınız bu tip taşlar varsa eğer elinizde, alıp boyayabilir üzerlerine mutluluk sözcükleri yazabilirsiniz. Bahçenize, kamelyanıza, balkon veya terasınıza rengarenk bu taşları koyabilir sonra da evinize gelen misafirlerinize içlerinden birer tane çektirerek onları da mutlu kılabilirsiniz.

:)
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...